Evet, önceki yazıda söz verdiğim gibi arayı fazla açmadan bir sonraki oyuncak fotoğrafçılığı yazısını yayınlıyorum. Her ne kadar fotoğrafçılık ilkeleri ile ilgili yazmak istediğim birkaç şey daha olsa da, araya farklı bir konu sıkıştırmak istedim. Bunun, tekrar fotoğrafçılık yazıları yazmama neden olan kişiyle ve onun yazdığı birkaç yazıyla da ilgisi var. Bugün biraz gözlem ağırlıklı, biraz iğnelemeli, bol söylenmeli bir yazı okuyacaksınız – tabii eğer sabrınız varsa.
Bu aralar pek çoğumuzun olmazsa olmazı olan Instagram, benim ilk üye olduğum zamanlarda (yani yaklaşık 10 yıl önce) biraz daha farklıydı. Özellikle de oyuncak fotoğrafçıları toplulukları. İnsanlar sadece başkalarının resimlerini görmeye değil, sohbet etmeye de geliyorlardı. O zamanlar “Lütfen beğenin, kaydedin, paylaşın, yorum yapın” gibi yazılar okumazdınız, çünkü gerek olmazdı. Yani bugünkü Instagram “Ye yemeğini, hadi güle güle” diyen bir fast food zinciri ise, eskiden ailenizle gidip, keyifle sohbet edeceğiniz, yemeği uzatabildiğiniz kadar uzatacağınız, hoş bir restorandı.
İçerikler, içerikler…
Tam olarak ne zamandı hatırlamıyorum, iki yıl önce gibi kalmış aklımda. TikTok denilen arkadaş girdi hayatımıza (en azından benim hayatıma). İstediğiniz, istemediğiniz heeeer şey var. Ben de biraz takıldım, sonra hiçbir şey yapmadan video izlemek çok sarmadı (zaten hâlâ video izlemeye alışabilmiş değilim), bıraktım. Ama kısa bir süre sonra uzun zamandır kullandığım platform olan Instagram’da bazı değişiklikler olmaya başladı. Takip ettiğim insanların resimlerini görememeye başladım. Reels adı altında videoların sayısı arttıkça arttı. Oyuncak fotoğrafı çeken hesapların hepsinin ağzında aynı laf, durumdan şikâyet ediyorlar.
Ve haklılar da tabii. Çünkü (kendimi de o gruba dahil edersem) bizim olayımız “video çekelim, sekizyüzbinkırkbeş kişi tarafından izlensin, aman ne güzel bir sürü kişi görmüş” değil. “Bu sahnede şu duyguyu yaratmaya çalıştım, şöyle bir lens ve şu ışık koşullarıyla böyle bir kompozisyon yarattım” üzerine çalışıyoruz. Süper sevimli kedi videoları ve kamera karşısında dans eden yarı çıplak hatunlarla yarışamıyoruz tabii. Bu arkadaşlarla aynı kulvarda bile değiliz, ama caanım algoritma hepimizi aynı kefeye koyuyor.
Sonuç ne oldu peki? Oyuncak fotoğrafçıları kendilerine başka platformlar aramaya başladı. Bir kısmı fotoğraflarını paylaşmayı bıraktı. Çünkü adı üstünde, “sosyal” medya. Benim çektiğim fotoğrafı kimse göremeyecek olduktan sonra yemişim öyle sosyalliği!
Sanat sanat için mi, sanat toplum için mi?
Bu arada ben de bir topluluğa dahil oldum. Ağırlıklı olarak ortaokul ve lise öğrencilerinden oluşan bir grup LEGOsever gencin kurduğu bir Instagram sohbet grubu. Ara ara konuşmalarını okuyorum, bazen ben de katılıyorum, ve sıklıkla oraya gönderdikleri paylaşımlarını görüyorum. Bir ara tutamadım kendimi (yaşımın da verdiği yetkiye dayanarak), söylendim. “Ya” dedim “Star Wars Star Wars öldürdünüz kendinizi. Başka tema mı yok?” Aldığım yanıt içimi parçaladı “Abla en çok beğeniyi bunlar alıyor”.
Yani yaptığı şeyi beğenen değil, beğendirmeye çalışan bir nesil geliyor güldür güldür.
Ha, şimdi yanlış anlaşılma olmasın, aralarında Star Wars’u sevdiği için paylaşan yok mu? Vardır illa ki. Ben de severim, candır Star Wars. Üstelik inanılmaz güzel setleri, minifigürleri var. Ama dünyadaki tek şey değil, bir, tek LEGO teması değil, iki, sırf beğeni almak için paylaşılması (bence) doğru değil, üç. Bir yandan onları da anlıyorum, istiyorlar ki birileri yaptıklarını görsün, “Aaa” desin “ne kadar da güzel olmuş”. Kim istemez ki beğenilmeyi?
Peki ya işin sanat kısmı? Özgünlük kısmı? Onlara ne oluyor?
Yani seninle yaşıt olan yüzlerce, binlerce, yüzbinlerce gencin çektiği fotoğrafın çok benzerini çekiyorsun ve koyuyorsun. Birisi de hızlıca geçerken “Hadi şuna da iki parmak atayım” deyip beğeniyor.
Bu mu yani olay?
Bu değil olay!
Instagram’a ilk üye olduğumda tanıdığım bir çocuk vardı. O zamanlar 16 yaşındaydı (şimdi kazık kadar olmuştur), ve inanılmaz keyifli fotoğraflar çekiyordu, üstelik ağırlıklı olarak sadece bir minifigür kullanarak. Stormtrooper kasklı, gömlek-kravat gövdeli, gri pantolonlu, elinde kırmızı bir kupa tutan bir minifigür: Chuck. Çocuğun adı da Ian’dı, ve ianandchuck hesabı altında minifigürlerinin maceralarını paylaşıyordu. Her fotoğrafın bir köşesinde Chuck mutlaka vardı. Şimdilerde eskisi kadar aktif olmasa da, yine de ara ara paylaşım yapmaya devam ediyor.
Canım benim, al minifigürünü, çık dışarı, çek bir fotoğraf. Öyle uzağa gitmene gerek yok, apartmanın otoparkı ya da bahçesi de olur. Ailenle beraber gittiğin alışveriş merkezi de olur. Denemeler yap. Karanlıkta çek, aydınlıkta çek, güneş batmadan çek, güneş doğarken çek. Küçük öyküler yaz, tek karelik, iki karelik, onlara göre çek. Eğer güzel paylaşımlar yaparsan, sadece beğeni gelmez, insanlarla etkileşim de kurarsın. Sosyal medyanın sosyalliğinden yararlanırsın.
Gruptakilerden cantamdaki_lego hesabında görmüştüm ilk böyle bir şeyi. Sanırım en küçüklerden biri, ailesiyle dışarı çıkarken yanına minifigürlerini alıyor, sağda solda çekiyor fotoğraflarını. Legoboy98 de yapıyor bunu, Star Wars karakterleriyle ya dışarda, ya da kendi hazırladığı küçük sahnelerle içerde fotoğraflar çekiyor. Umur_brickworld her ne kadar daha çok videoya çalışsa da, ara ara çektiği fotoğraflar gayet başarılı. Kaan.productions’ın epey iyi denemeleri var, farklı ortam ve ışık koşullarıyla çalışmış. Bizim grupta olmayanlardan lnt_studios_76 isimli bir hesap Ninjago’ya ağırlık vermiş. Ozaxtion hesabında hoş denemeler var. Tygrcndr, yeni olmasına rağmen belli ki fotoğrafa meraklı, pek çok farklı denemesi var. Dusle.go rengârenk ve çok keyifli fotoğraflar çekmiş. Birciftlego’nun resimlerini de severek takip ediyorum. Yani yavaş yavaş Türkiye’den de LEGO fotoğrafçılarının çıktığını görmek güzel.
(Bu arada iki kişi var ki, onları artık profesyonel fotoğrafçı olarak gördüğüm için yukarıdaki listeye almadım, ama değinmeden geçmek ayıp olacak. Biri pulup, biri de serhat.and.the.minifigs)
Ama ne oluyor? İstedikleri beğeni sayısını tutturamayınca bırakıyorlar. Burada adı geçenler için demiyorum bunu, genel olarak böyle. Yetişkinlerde bile oluyor bu ya! Biri vardı, kullanıcı adını hatırlamıyorum (zibilyon kez değiştirdi çünkü), gerçekten çok başarılı fotoğraflar çekiyor. Hatta bir ara bana da ilham kaynağı oldu, tekrar yazı yazmaya başladım. 10-15 tane resim koyuyor, hepsi birbirinden güzel, sonra siliyor. Başka bir temadan gidecekmiş. Peki diyoruz, onlara bakıyoruz, onlar da çok güzel, sonra tekrar aynı şey. Yani elime geçirsem çok sağlam dövücem, haberi yok. Arkadaşım, bak hem seviyorsun fotoğraf çekmeyi, hem de çok iyi yapıyorsun, nedir bu sil baştanlar? Tema değiştireceksen değiştir, biraz da bundan olsun de, devam et.
Ulan algoritma!!
Ama hayır! Çünkü beynimizi yıkadılar “Aaa, profilin ne kadar düzensiiiiz, hiç beğenmediiiim”. Canım sen beğenme zaten benim profilimi, bak bi sürü renk uyumu, gönderi uyumu olan profil var. Ben burda kendim için sanatsal bir şeyler yapmaya çalışıyorum, derdim senin beğenmen değil. O da yetişmiyor, algoritma kendi kafasına göre “Hmm, bak bu iyi” deyip, gerçekten iyi olan (fotoğrafçıların ilgilenebileceği) hesapları yok ediyor ortadan. Onun yerine cetvelle çizilmiş gibi düzenli profilleri gösteriyor. Reels gösteriyor, “Sen geçen gün de buna benzer bişey izledin, al bunu da izle” diye. Ya tamam izleyeyim de, baktığım 10 gönderinin dördü reklam, ikisi reels, üçü hiç tanımadığım insanların resimleri. Ben şimdi takip ettiğim 100 kişinin 1 resmini görmek için 1000 tane resme mi bakacağım? İnsafın var mı algoritma!!
Diyeceksiniz ki sen yapmadın mı hiç bunu? Yapmaz olur muyum, tabii ki yaptım. Arkadaşımın iş hesabını yönetirken yaptım, kendi iş hesabım için yaptım. İş diyorum bak. Çünkü oraya gelen kişi artık arkadaş değil, müşteri, profil sayfası da dükkânın vitrini. Tabii ki güzel gözükmesi önemli. Ama kişisel hesabım olarak gördüğüm pinar.of.brickland’de hiç yapmadım.
Hani bir laf vardır, “Seviyorsan bırak gitsin, geri dönerse senindir, dönmezse hiç senin olmamıştır” diye. Hah, aynen o işte. Seni takip edecek kişi fotoğraflarını, sohbetini beğendiği için gelsin, profilin çok düzgün diye ya da hep video paylaşıyorsun diye değil (hayır zaten 3 saniyeden sonra izlenmiş sayıyor video, gerçekten yüzbin kişi sonuna kadar izledi mi sence?).
Alınmaca gücenmece yok
Lafım belli bir kitleye ya da kişiye değil, genel bakış açısına. Eski kafalılık mı? Tamam, eski kafalıyım, kabul. Çağa ayak uyduramamak mı? Koy, ondan da olsun. Ama bütün bunlar, durumun saçmalık derecesini düşürmüyor. Daha bu yaşta kendini başkalarına beğendirme çabasına girersen, yaşın ilerlediğinde bu seni çok zor durumlara sokabilir. Sen kendin ol, özgün ol. Bırak paylaşımlarını da beğenmeyiversinler.
Yetişkinlere gelince… valla size de aynısını söyleyeceğim. Bir an geliyor, insan diyor ki “Ulan, bu kadar takipçim var, bu kadar beğeni alıyorum da, egomu şişirmekten başka ne işe yarıyor?” Profilimi ilk kez görenlerden çok duyuyorum, “Vaaay, 6 bin takipçi, çok iyi ya!” Son dört yıldır 6 bin takipçi ama. Üç azalıyor, beş artıyor. Fotoğrafları kendim için çekiyorum, o yüzden çoğu “uyduruk” denilebilecek kıvamda. Ama hepsini çok seviyorum. Özlemiyor muyum daha düzgün fotoğraf çekmeyi? Deli gibi. Ama onu da yaptığımda kendim için yapacağım, takipçi kasmak için değil.
Ya, böyle işte arkadaşlar. Biraz dolmuşum, kabul ediyorum. Ama baştan uyardım sizi, söylenmeli bir yazı olacak diye!
Arada silkinip kendine gelmesi gerekiyor insanın. Eğer sende de bir aydınlanma, farkındalık olduysa, demek ki yazı başarılı olmuş.
Düşünceler aşağıya yorumlara. Bir sonraki yazıda görüşürüz!
Bu yazıya ilham kaynağı olan fantastik iki yazı (@weshootstuds hesabının sahibi olan @fourbrickstall tarafından yazılmıştır)
Yazı içinde kullanılan fotoğraflar, altlarındaki yazıda Instagram adı geçen fotoğrafçılardan alınmadır. Kapak resmi bana ait.
Kimisi çocukken Barbie bebeklerle oynar, kimisi de LEGO minifigürleriyle küçük dünyalar kurup, bu dünyaları büyüyünce de korumaya devam eder. Sanırım benim hangi gruba dahil olduğum belli :)