Bu konuya aslında bir önceki oyuncak fotoğrafçılığı yazısında değinecektim. Fakat sonra fark ettim ki, öyle 1-2 paragrafla olacak iş değil. Sadece ışıktan bahsetsem bile, en az 2-3 yazı dolduracak malzeme bulabilirim. Yıllardır takip ettiğim sayfalar farklı zamanlarda farklı kişilerin yazdığı yazılarla dolu, bazısı başlangıç düzeyindekiler için, bazısı daha ileri düzeydekiler için. O kadar detaylı olmasa da, bu konunun en azından fotoğrafçılığa yeni başlayanlara yönelik bir yazıyı hak ettiğini düşündüm. Hazırsak başlayalım, oyuncak fotoğrafçılığında ışık, gölge ve silüet kullanımına.
Önceki yazılarda dediğim gibi, ben profesyonel fotoğrafçı değilim. Lensleri değişen janjanlı bir fotoğraf makinasıyla değil, telefonumla çekiyorum bütün fotoğraflarımı. Evet, daha önce bahsettiğim kitapları yazarken de, internette dolaşırken de, fotoğrafçılıkla ilgili pek çok şey öğrendim. Ama bunları her zaman uyguluyor musun derseniz, cevabım hayır. Benimki sadece oyuncak (ağırlıklı olarak LEGO) fotoğrafçılığı ile ilgilenenler için, başlangıç düzeyinde bir yazı grubu olacak. Bu konuda benden çok daha deneyimli olan, çok daha güzel resimler çeken, ve bu konuda bilgi veren başka bloglar var. Bu konuya ilgi duyuyorsanız ve İngilizceniz yeteri kadar iyiyse, o bloglara da göz atmanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Fotoğrafçılık çok geniş bir konu. Bu konuda yazılmış bir sürü kitap, internet üzerinde bir sürü ders, bir sürü yazı bulmak mümkün. Benim burada izleyeceğim yol, kendi deneyimlerime dayalı bir yol olacak, dolayısıyla “Aaa bunu niye şimdi söylüyor, daha önce söyleseydi ya!” derseniz, nedeni bu.
Işık
Işık, özellikle de LEGO fotoğrafı çekiyorsanız, bazen gerçekten başınızın belası olabiliyor. Az geldi, fotoğraf karanlık oldu; çok geldi, beyaz bölümlerde ışık patlaması oldu; doğrudan geldi, minifigürün yüzünün yarısı parlamadan gözükmüyor… bu konuda sayfalarca söylenebilirim size (yapmayacağım, merak etmeyin). Onun yerine, ışık kullanımıyla ilgili bazı hilelerden bahsedeceğim.
Altın Saat
Öncelikle şunu belirteyim, bence doğal ışık gibisi yok. Hava kapalı da olsa, cayır cayır aydınlık da olsa, ben çektiğim en iyi fotoğrafları hep doğal ışık altında çektim. “Altın saat” (İngilizcesi golden hour) denilen bir zaman dilimi var, güneş doğduktan sonraki ilk bir saat ve batmadan önceki bir saat. Denk getirip de o zamanı yakaladığımda, dışarda çektiğim fotoğraflar daha da fantastik oldu. Bana göre tabii. Profesyonel bir fotoğrafçı bakıp “Bu ne be?” diyebilir. Ama diğerleriyle kıyasladığımda, o saatlere neden altın saat denildiğini bir kez daha anladım.
Şu aşağıdaki fotoğrafa bayılıyorum. Geçen yıl arkadaşımla tatile gittik, şansımıza sabah Caretta caretta’ların yumurtadan çıkışını gösteren bir aktivite varmış. Sabahın köründe kalktık, kumsala gittik, yetkililerin gelmesini bekliyoruz. Bir yandan da güneş doğuyor, gökyüzünde bir renk festivali. Şöyle bir sahne canlandırın gözünüzün önünde: Onlarca insan, 4-5 metrekarelik bir alanı çevrelemiş, yumurtadan çıkacak kaplumbağayı bekliyor. Onların birkaç metre ilerisinde bir kadın, çakıl taşlarının üzerine çömelmiş, bir şey yapıyor. Hatta buyrun, büyük bir ciddiyetle yaptığım şeyi gösteren bir kare bile var.
Ama dediğim gibi, denk geldiğinde oluyor sadece. Hepimizin birtakım sorumlulukları var, ev, iş, okul, artık her neyse, ve kabul edelim, bunlar bizi gerçekten yoruyor. O yorgunluğun üzerine insan “Hadi çıkayım da saatini kaçırmadan fotoğraf çekeyim” diyemiyor her zaman. Dese bile, saatini kaçırmış olabiliyor. O yüzden bu konuda tavsiyem, eğer altın saatte fotoğraf çekmek istiyorsanız, her zaman hazır olun. Yanınızda 2-3 minifigürünüz olsun, denk getirdiğinizde basın düğmeye.
Doğal Işık
“Altın saati sürekli kaçırıyorum, ne yapacağım?” Ben de kaçırıyorum, merak etmeyin :) Buna rağmen hâlâ ara ara başarılı bulduğum fotoğraflar çıkıyor, üstelik Antalya’nın parıldayan güneşi altında bile.
Işıkla ilgili ilk fark ettiğim şeylerden biri, ışık ne kadar fazla olursa fotoğrafın o kadar karanlık çıktığı. Çok saçma gelmişti bana, aydınlık olsun diye çektiğim fotoğrafların hepsinin karanlık çıkması. Sonradan öğrendim ki ışığı kontrol etmek gerekiyormuş. Eh, doğal ışıkta bu çok kolay değil tabii. Yani güneşe “Ya canım, sen şöyle azıcık bulutların arkasına çekilsene” diyemiyorsunuz :) Eğer elinizde profesyonel ya da yarı profesyonel bir kamera varsa, önceki fotoğrafçılık yazısında bahsettiğim diyafram, enstantane ve ISO değerleriyle oynayarak bunu sağlayabilmeniz mümkün. Peki ya benim gibi telefonla fotoğraf çekiyorsanız?
O zaman da ortamı ya da koşulları öyle bir ayarlayacaksınız ki, istediğiniz sonuca ulaşın. Bunun için de biraz fazla pratik yapmanız gerek. Son 10 yıldır kendimce aktif bir şekilde oyuncak fotoğrafçılığı ile ilgileniyorum, LEGO fotoğrafları çekiyorum. Kullandığım cihazlar iPod Touch, iPhone X, Xiaomi Mi Note Lite ve iPhone 13 oldu. Bu dört cihazla 10 binin üzerinde LEGO fotoğrafı çektim. Aynı kareyi farklı açılardan en az 8-9 kez çektiğim oldu. Yani özetle, “Öyle bir fotoğraf çekeyim ki, bir seferde tam istediğim gibi olsun” durumu çok kolay değil, özellikle de bu işe yeni başlıyorsanız ve elinizde sadece telefon varsa.
Yapay Işık
Dışarı çıkmaya vaktiniz yoksa, fotoğraf çekebileceğiniz uygun bir alan bulamıyorsanız, ya da koskoca LEGO şehrini bahçeye çıkarmak birazcık zor oluyorsa, fotoğraflarınızda yapay ışık kullanabilirsiniz. Açıkçası bu benim fazla yaptığım bir şey değil. Zamanımı ona göre ayarlayıp, içerde ya da dışarda olsun fark etmez, doğal ışığı kullanmayı seçiyorum. Yapay ışığı kullandığım tek zaman, ertesi günü bekleyemeyeceğim kadar acil olduğunda, ya da özel bir efekt vermek istediğimde (birazdan buna değineceğim).
Yapay ışığı kullanmamamın en büyük sebeplerinden biri de, genellikle fotoğraflarımda bir sahne olmaması. Yani arka planda benim yapmış olduğum (ya da hazır olan) bir model yok. Düz bir arka plan üzerinde çekilen, “ürün fotoğrafı” niteliğinde resimler. Hem kedilerim, hem yerimin olmaması, hem de koleksiyonumun minifigürler üzerine olmasından dolayı, fazla set almıyorum. Kendi yaratılarımı yapma konusunda ise hiçbir zaman çok becerikli olmadım. Bu yüzden de çoğu zaman bir sahnem olmuyor. Bu konuda tek tük birkaç girişimim olduysa da, yaptığım hiçbir şeyi beğenmediğim için ömürleri fazla sürmedi.
Aşağıda gördüğünüz fotoğraflar favori fotoğrafçılarımdan biri olan Anna Bitanga’ya (@fourbrickstall) ait. Dikkat ederseniz bir tanesi dışında hepsi bir LEGO modelinin içinde çekilmiş, ve neredeyse hepsi farklı şekilde aydınlatılmış. Oyuncak fotoğrafçılığı ile ilgileniyorsanız, Anna’nın sayfalarına göz atmanızı kesinlikle tavsiye ederim. Yazının sonunda hepsinin linkini bulabilirsiniz.
Yapay ışık kaynağı olarak kullandığım iki farklı araç var. Bunlardan biri, halka ışık olarak geçiyor. Ortasında telefonu tutturabileceğiniz bir yer var, dolayısıyla telefonun gölgesi sahneye düşmüyor. Bendeki ışığın üç farklı modu var, beyaz ışık, sarı ışık ve doğal ışık, ve yoğunluğunu ayarlamak mümkün.
Diğeri ise o sırada elimin altında olan herhangi bir portatif ışık kaynağı. Başka bir telefon olur, masa lambası olur, el feneri olur. Bunun açısıyla ve konuya olan uzaklığıyla oynayarak çekmek istediğim fotoğrafı elde etmeye çalışıyorum.
Flaş, genellikle çok tercih etmediğim bir şey. Fotoğrafın konusu genellikle minifigürler olduğu için, kameranın olabildiğince yakın olması gerek. Bu durumda flaş minifigürü istenenden fazla parlak çıkarıyor, ve yansımaları arttırıyor. Bazı fotoğraf makinalarında farklı flaş modları olduğunu biliyorum, bu ışık patlamasının önüne geçebilir belki.
Aşağıda aynı konunun flaş kullanarak ve kullanmadan çekilmiş halini görüyorsunuz. Eğer o sırada aklıma gelseydi, kamerayı oynatmadan hem flaşlı hem flaşsız çekerdim, ve sonradan resimleri üst üste getirerek denemeler yapardım. Flaşlı fotoğrafta her ne kadar konu cayır cayır parlasa da, gökyüzü çok daha etkileyici gözüküyor bence.
Gölge
Yapay ışığı özel bir efekt vermek istediğimde kullandığımı söylemiştim. Konunun gölgesini kompozisyonun bir parçası olarak kullanmak istediğim zaman, bunu yapay ışıkla sağlıyorum. Aşağıda bunun birkaç örneğini görebilirsiniz.
Işık ne kadar fazla olursa, gölge de o kadar net ve koyu oluyor. Yapay ışık kullanarak çektiğiniz resimlerde, ışık kaynağı konuya ne kadar yakınsa, gölgenin netliği ve koyuluğu o kadar fazladır. Çektiğiniz konunun gölgesinin görünmesini istemiyorsanız, ya kontrollü bir ışık kaynağınız olacak, ya da fotoğrafı doğrudan ışık gelmeyen bir yerde çekeceksiniz.
“Lightbox” ya da ışık kutusu adı verilen, genellikle ürünlerin fotoğrafını çekmek için kullanılan bir şey var. Bu kutunun sağ ve sol tarafı genellikle ışığı belli miktarda geçiren bir malzemeden oluşuyor. İki yanına koyduğunuz spot ışıklar, içeriyi aydınlatıyor, ama nesneye gölge düşürmüyor. Spotları yakınlaştırıp uzaklaştırarak, içeriye giren ışık miktarını kontrol edebiliyorsunuz. Hem önden (fotoğrafı çektiğiniz yerden yani), hem de iki yandan ışık gelince, kutunun içine koyduğunuz nesne hem aydınlanmış oluyor, hem de gölgesiz oluyor. Bu tür kutuları hazır olarak satın alabileceğiniz gibi, isterseniz koli kartonu ve kumaş ya da aydınger gibi yarı geçirgen bir malzeme kullanarak kendiniz de kolaylıkla yapabilirsiniz.
Dış mekânda çekilen fotoğraflarda da farklı reflektörler kullanarak ışığı kontrol edebilirsiniz. Ben bu yöntemi hiç kullanmadım, o yüzden kendi kullandığım yöntemle devam edeceğim.
Fotoğrafı doğrudan ışık almayan bir yerde çekmek, benim dışarda fotoğraf çekerken en çok kullandığım yöntem. Figürlere doğrudan güneş ışığı gelmediği zaman, hem parlak plastik yüzeyin üzerinde oluşan yansımalar azalıyor, hem de keskin gölgeler ortadan kalkıyor.
Tabii bunun bir de diğer yanı var, o da başta bahsettiğim gibi gölgeyi kullanarak bir kompozisyon yaratmak. O zaman parlak ışık sizin en yakın arkadaşınız oluyor, ve istediğiniz keskinlik ve netlikte gölgeler elde ediyorsunuz. Aşağıdaki fotoğrafların hepsi bu amaçla çekildi. Gördüğünüz gibi gölgeler de en az konuların kendisi kadar keskin ve net.
Silüet
Silüet yaratmak çok kolay: Konunun arkasında parlak bir ışık kaynağı olması yeterli. Ben bunu genellikle evin balkonunda çektiğim fotoğraflarla yakalıyorum, minifigürleri güneşin olduğu yöne doğru tutarak. Aşağıdaki fotoğrafların hepsi bu şekilde çekildi. Daha kontrollü olarak, evde kuracağınız bir sahnenin arkasına lamba koyarak da yapmak mümkün.
Balkondan çekilen fotoğrafların en büyük dezavantajı, arka planda gözüken binalardan kurtulup sadece gökyüzü görmek için minifigürü yüksekte tutmanız gerektiği. Eğer yaşadığınız yer buna uygun değilse, aşağıdaki gibi bir sonuç çıkıyor ortaya.
Gün doğumu ve gün batımı, eğer koşullar elveriyorsa, silüet fotoğrafları için biçilmiş kaftan. Aşağıda bunun bir başarılı, bir de başarısız sonucunu görmek mümkün. Başarısız olan bana ait. Hem gün batımı olsun, hem minifigürlerin kim olduğu anlaşılsın diye buna benzer yaklaşık 10 kare çektim. Gün batımı fena olmadı ama hem açıyı iyi yakalayamadığım için, hem de ben çekene kadar ışık iyice gittiği için minifigürlerin silüetini tutturamadım. Başarılı örnek ise legojacker hesabına ait.
Bitirirken…
Evet, bir oyuncak fotoğrafçılığı yazımızın daha sonuna geldik. Umarım bahsettiklerimin arasında işinize yarayacak bir şeyler çıkmıştır. Yazının başında da söylediğim gibi, ışık başlığı altında epey yazı yazmak mümkün. Bunu basit bir giriş yazısı olarak düşündüm, umarım sizi fazla sıkmamışımdır :)
Eğer burada okuduğunuz teknikleri kullanarak fotoğraf çeker ve Instagram’da paylaşırsanız, #bukabricksfotoğrafları etiketini kullanmayı ve @buka.bricks hesabını etiketlemeyi unutmayın. Herhangi bir sorunuz olursa da yorumlardan ya da Instagram üzerinden bana ulaşabilirsiniz.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!
Oyuncak fotoğrafçılığı (ve tabii LEGO fotoğrafçılığı) ile ilgili kayda değer sayfalardan bazıları:
Anna Bitanga’nın (fourbrickstall) sayfaları:
@fourbrickstall ve @legojacker hesaplarından alınanlar dışında resimlerin hepsi bana aittir.
Kimisi çocukken Barbie bebeklerle oynar, kimisi de LEGO minifigürleriyle küçük dünyalar kurup, bu dünyaları büyüyünce de korumaya devam eder. Sanırım benim hangi gruba dahil olduğum belli :)