LEGO ile hayal kurmak

Kendi blogumu yapmaya karar verme aşamasındayken, şöyle bir şey düşünmüştüm: “2 yıldır LEGO hakkında yazılar yazıyorum, onların yarısını çevirsem en az 50 yazı olur elimde. Haftada bir yayınlasam, bir yıl rahatım. Tamam abi, sıkıntı çekmem, yaparım bu işi.” Tabii ki öyle olmuyor. Birincisi yazdığım yazıların çoğunun zamanı geçmiş. İki yıl önce yaptığım set incelemesini kim ne yapsın. Yeni setler, minifigürler çıkmış, onlara hiç değinmeyecek miyim yani? Sonra insan her zaman aynı şevkte olmuyor, ne yazı yazmak istiyor, ne çevirmek. Var oğlu var yani. Sonuç olarak 8 ay iyi gitti, düzenli yazı yayınlandı, sonra sapıttı. 6 ay boş bırak, 3-5 yazı yaz, bir 6 ay daha geçsin… ama bir şekilde sevdiği şeye geri dönüyor insan. Ben de bırakmadım, bırakmayacağım. Seyrek de olsa yazmaya devam, kimse okumasa da yazmaya devam.

Geçenlerde yazdığım In Focus kitap tanıtımı yazısı, bana yıllar önce yazdığım iki yazıyı hatırlattı. Üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen yazıların hâlâ geçerliliğini ve önemini koruduğunu gördüm – ve kendi blogumda yayınlamadığımı! Demek ki zamanı şimdiymiş deyip, oturdum bilgisayarın başına, ve başladım yazıyı çevirmeye.

LEGO DREAMZzz yazımda “dream” kelimesinin hem rüya, hem de hayal anlamına geldiğini söylemiştim. Rüyalardan bahsettiğimize göre, şimdi sırada hayaller var.

lego hayal
Bu resmin Instagram yazısı “Koffertium rediosa!”dır, ve sabahın sekizinde babam tarafından söylenmiştir.

Komik Videolar

Geçenlerde (dediğim dört yıl öncesi) babamla kahve içerken ve internette izlediğimiz komik videolardan bahsederken ilginç bir şey oldu. İlham perisi gelip “Ya, şu konu hakkında yazsana? Her zamanki yazılarından farklı ama hiç yoktan iyidir” dedi. Ben de “Neden olmasın?” dedim.

Komik videolar… itiraf edelim, hepimiz izliyoruz. İşte sıkılınca, evde yapacak bir şeyimiz olmayınca, Instagram, TikTok, YouTube, artık her neresiyse, açıp komik videolara bakıyoruz, beğendiklerimizi arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Bazen başkalarının komik buldukları şeyler bize komik gelmiyor bile, ama yine de izliyoruz.

Beni en çok etkileyen videolar, içinde hayvanların olduğu videolar. Kedi, köpekti, kuş gibi evcil hayvanlardan bahsetmiyorum. Yırtıcı hayvanlarla insanların etkileşim içine girdiği videolar beni her zaman şaşırtıyor. Örneğin dün, adımın birinin oynayan bir videosuna denk geldim. Timsahlarla OYNUYOR ya! Arkadaşım timsahsın sen, kedi gibi gelip sırnaşmalar, elden yemek yemeler, kendini sevdirmeler. Adamın etrafında yüzüyorlar, saldırmak maldırmak hak getire!

Anılaaar, anılaaaaar….

Bu video beni eskilere götürdü – epey eskilere. Yırtıcı bir hayvanla ilgili hayal kurduğum bir zamana. Özgür Willy filmini izledikten hemen sonraydı. Deniz kenarında bir şehirde yaşıyorduk, ve ben de kendi Orka’m olduğunu hayal ederdim; onunla oynadığımı, yüzdüğümü, dünyayı gezdiğimi. Tabii o zaman böyle bir şeyin mümkün olmadığını bilmeyecek yaştaydım ama hayallerin de güzel yanı bu zaten. Olamayacak şeyleri kafanızda yaşamak…

Bu hayali ilk kurduktan birkaç yıl sonra, Balto adında bir çizgifilm izledim. O da 6-7 yaşlarında kurduğum hayali hatırlamama sebep oldu. Normal çocuklar köpek isterken, ben bir kurdum olmasını isterdim. Çevremdeki yetişkinler “Sibirya kurdu mu, Alman kurdu mu?” diye sorduklarında da, “Hayır” derdim “ben gerçek bir kurt istiyorum.” O zamanlar televizyonda Tarkan filmleri çok popülerdi, ve ben de Tarkan’ınki gibi (!!) bir kurt istiyordum.

Merak ediyorum, çocukken karşıma gerçek bir kurt çıksaydı nasıl tepki verirdim acaba? Büyük bir olasılıkla köpekten bile korkar hale gelirdim. Ama zaten çocuk olmanın en güzel yanı, hiçbir şeyden korkmayacak kadar cahil olmak değil mi?

Büyürken

Gerçekten var mı yok mu bilemem ama, canlı olan şeylerle aramda hep bir bağ hissettim. Büyüdükçe, hayvanlara karşı kendi kendime bir felsefe bile yarattım: Ben ona zarar verme amacıyla yaklaşmıyorum, bu yüzden o da bana zarar vermez. Aklımın ucunda köşesinde herhangi bir şüphe ya da korku duyduğumda, o hayvana yaklaşmıyordum. Bu korkuyu onun hissedeceğini, bundan dolayı bana saldıracağını, ısıracağını ya da sokacağını düşünüyordum (ki hâlâ böyle düşünüyorum). Hiçbir zaman gereksiz risk almadım, ama olmaması gereken bir yere girmiş olan hayvancıkları “kurtarmaktan” da hiç vazgeçmedim.

Bu yaklaşımım sayesinde yılan, kertenkele, bukalemun, örümcek, tarantula, kurbağa gibi hayvanların yanı sıra, adını bile bilmediğim garip görünüşlü büyük böcekleri elimde tutma şansım oldu. Bu deneyimi yaşayamadığım, yıllar içinde bir nevi takıntı haline gelen tek bir hayvan var: Akrep. Yetişkinken sadece bir kere karşıma çıktı, bir anlık şüpheden dolayı uzak durdum.

Ne düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum, manyak mı bu karı diyorsunuz. Eh, cevap evet. Ama bu bir hayat tarzı, dünyaya bakış açısı. Neydi, bir film vardı, kör bir adam ağır ateş altıdaki bir bölgeden geçerken “Ben güçle birim, ve güç benimle” (I am one with the force, and the force is with me) diyordu. Ben de canlı varlıklarla aramda bir bağ olduğunu hissediyorum, bana niye zarar versinler ki?

Tabii bana doğru gelen bir hamamböceği gördüğümde hâlâ rahatsız oluyorum, tüylerim diken diken oluyor. Ama evimde – benim bölgemde – olmadığı sürece onu bile hâlâ öldüremiyorum.

Evet, deliyim. Ne diyebilirim ki, hepimiz bir parça deli değil miyiz zaten?

LEGO?

Eğer hâlâ buradaysanız, büyük bir olasılıkla “Tamam da bu bir LEGO blogu, neden bize çocukluk anılarını anlatıyor ki?” diyorsunuzdur. Hoş, eminim bunun cevabını da çok iyi biliyorsunuz.

Ben timsahlarla yüzemeyebilir, dağ aslanlarıyla oynayamayabilir, bir Orka’nın sırtında dünyayı gezemeyebilir, etrafıma onlarca yılan, örümcek ve akrep toplayamayabilirim. Ama sigfig’im bunların hepsini yapabilir. Büyük bir olasılıkla bu yüzden de çektiğim resimlerin çoğunda o var. Fotoğraf çekerken, kısa süreliğine de olsa, ruhumu ve zihnimi ona aktarıyorum, ve dünyaya onun gözünden bakıyorum. LEGOLAND’e hiç gidemedim, ama İngiltere’deki ve Amerika’daki arkadaşlarım sayesinde sigfig’im iki kez gitme fırsatı buldu.

lego hayal
Nikki ve Thursday‘in LEGOLAND resimleri – tabii ben de varım :)

Dünyanın dört yanına dağılmış 5 tane çok yakın arkadaşım var, ve korkarım hiçbir zaman hepimiz bir araya gelemeyeceğiz. Ama birbirimizde sigfig’lerimiz olduğu için, birlikte pek çok şey yapabiliyoruz.

lego hayal
Fotoğraf için poz vermeler de var, çılgın ev partileri de, plajda yapılan keyifler de…

Evet, minifigür biriktirmeyi, onların fotoğrafını çekmeyi, insanların LEGO parçalarıyla yaptığı müthiş modellere bakmayı çok seviyorum. Ama benim için LEGO’nun hayatıma en büyük katkısı hayatın kendisi. Normalde imkânsız olan şeyleri yapmamı sağlaması. Instagram’daki LEGO toplulukları sayesinde inanılmaz insanlarla tanıştım. Onlardan pek çok şey öğrendim, hem fotoğrafçılık, hem de LEGO hakkında. Onlardan birinin sayesinde oyuncak fotoğrafçılığıyla ilgili iki küçük kitap bile yazdım. Yazma kariyerim onun sayesinde başladı, ve FireStar Toys’la devam etti – gene varlığını Instagram üzerinden öğrendiğim bir yer (Ek: Ve gördüğünüz gibi hâlâ da devam ediyor).

Yolun sonu

Eh, farklı bir yazı olacak demiştim, değil mi? Ne diyebilirim, ilham perisinin ne getireceği belli olmuyor. Eğer paylaşmak isterseniz, sizin de LEGO koleksiyonunuzla ilgili duygu ve düşüncelerinizi öğrenmek isterim.

 

Ve böylelikle bir yazının daha sonuna geliyoruz. Dört yıl önce yazdığım bu yazıyı bugün okuduğum zaman görüyorum ki düşüncelerim hâlâ aynı. Her zaman bilinç düzeyinde olmuyor bu, ya da herkesle kolayca paylaşılmıyor. Birisi “Ya LEGO da neymiş, çocuk musun sen?” deyince “Bak arkadaşım, işte bu yüzden” diyemeyebiliyor insan. Ardında yatan düşünce her ne olursa olsun, LEGO biriktirmek, setlerini yapmak, minifigürleriyle küçük dünyalar kurmak, inanılmaz güzel bir şey, ve ben koşullar elverdiği sürece bunu yapmaya devam edeceğim.

Bitirirken, LEGO In Focus yazısında çevirdiğim alıntıyı tekrarlayacağım, çünkü en azından benim durumum için çok geçerli olduğunu düşünüyorum:

Minyatür dünya, kontrolü benimsetiyor. Çocukken bize keyif veren oyuncaklar, aslında yetişkinlerin, hatta devlerin gücünü genç yaşta bizimle tanıştırıyor. Oyuncak arabalar, bebekler ve plastik yapım parçaları bizim elimizde sadece uysal değil, bizi aynı zamanda dünyanın fatihi yapıyorlar. Eğer oynamayı yetişkinlikte de sürdürmezsek, dünya üzerinde bir daha asla böyle bir egemenlik sahibi olamayız.”

– Simon Garfield, In Miniature: How Small Things Illuminate the World (Minyatür: Küçük Şeyler Dünyayı Nasıl Aydınlatır) kitabından

 

Resimler, dört yıl önce çektiklerim. Yazının çoğunluğu çeviri olduğu için aynı resimleri kullanmayı seçtim.

Kimisi çocukken Barbie bebeklerle oynar, kimisi de LEGO minifigürleriyle küçük dünyalar kurup, bu dünyaları büyüyünce de korumaya devam eder. Sanırım benim hangi gruba dahil olduğum belli :)

Bir yorum yazın

Back to Top